Albert Einstein Kimdir ,
Albert Einstein (
Albırt Ayştayn
) 1879 yılında Almanya'da doğmuştur.Yahudi asıllıdır.Gerçek dinini ,
dini inancını tam olarak belirtmemiş tüm dinleri çocukca bulduğunu
kendisininde hiçbir dine inanmadığı fakat tam anlamıyla bir ateist
olmadığını açıklamıştır.
Albert Einstein liseyi ve yüksek öğrenimini İsviçre'de
tamamlamıştır.İş bulamadığından bir patent ofisinde çalışmıştır.1921'de
Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür.
Albert Einstein'in birçok bilimsel çalışması vardır.Bunlara
genel görelilik kuramı , kütle enerji eşitliği ve Nobel ödülünü
kazandıran fotoelektirik etki örnektir.
Albert Einstein'in Bazı Bilimsel Çalışmaları
Fotoelektrik etki , Fotoelektrik
etki, herhangi bir kaynaktan yayılan ışık, mor üstü (ultraviole) ışın
veya başka herhangi bir çeşit elektromanyetik dalganın bir yüzeye
(genellikle metal yüzeylere) çarptığında enerjisini elektronlara
aktarması ve sonucunda dışarı elektron yaymasıdır. 1905'te Albert
Einstein tarafından açıklanmıştır.Maxwell'in klasik dalga teorisine göre
yayılan elektronların enerjisi, çarpan ışığın şiddeti ile orantılı
olmalıydı. Ancak gözlemler sonucu yayılan elektronların enerjilerinin
ışık şiddetinden bağımsız olduğu ortaya çıkmıştı. Einstein, Planck'ın
foton hipotezinden yola çıkarak buna bir açıklama getirmiştir. Buna göre
gelen ışık dalga değil, foton adında ve her biri E = hf (h=Planck
sabiti, f=ışığın frekansı) enerjisine sahip parçacıklardan oluşuyordu.
Bu modele göre ışığın şiddetini artırmak birim zamanda yayılan foton
sayısını artırıyor, ancak frekans sabit olduğu sürece her fotonun
enerjisi de sabit kalıyordu.
Bu etkinin tam tersi de
gözlenebilir. Bir elektron bir yüzeye çarptığı zaman o yüzey'den bir
elektromanyetik dalga yayılır. Eğer Enerjinin Korunumu yasasını bu durum
için incelersek, şu ilişki ortaya çıkar: Çarpışmadan önceki toplam
enerji=Çarpıışmadan sonraki toplam enerji bunu şu şekilde yazabiliriz:
Ke+iş=hf Burada Ke, elektronun kinetik enerjisi, hf yayılan dalganın
enerjisi, ve iş, maddeye özgü bir sabit olan, elektronu madde'den dışarı
atmak için gereken enerji'dir. Bu sabit çoğu zaman çok küçük olduğu
için Ke = hf diyebiliriz. Buradaki hf'de, h Planck Sabiti, f ise
dalga'nın frekansıdır. Bu formul sayesinde bir elektron bir maddeye
çarptığında ortaya çıkan dalganın frekansını, ya da bir dalga bir
maddeye çarptığı zaman saçtığı elektron'un kinetik enerji'sini
bulabiliriz.
![fotoelektrik etki](https://lh3.googleusercontent.com/blogger_img_proxy/AEn0k_u3dRRJAXqp8Q4_feIJQZZvHDCi16id1LheqDPOoOteOI5eF67mqQQ9ksXzet14RPoVGYTbsKJy64tZcZIClcE5OIYGHk58DMnaY8n_hjwnLCDbGWNK_CQzLU2kanqZKA=s0-d)
Özel Görelilik , 1905'de esirin gereksiz ve fazla bir kavram olduğunun ilan ettikten sonra Mach'tan etkilenerek kurduğu özel görelilik
kuramında zaman ve uzayın Tanrı ile olan ilişkilerini, kopardı ve
onları insanlara ilişkin göreli birer kavrama dönüştürdü. Artık zaman ve
uzay düşünce ürünü olmayıp ölçülebilen şeyler haline geldi.
Ondokuzuncu
yüzyılın sonlarında ışığın elektromagnetik dalgalardan oluştuğu ve bu
dalgaları uzak mesafelere taşıyan gözle görülemez, seyrek, esnek ve
ağırlıksız bir ortamın (esir) var olduğu kabul ediliyordu. Eğer
dünya böyle
bir ortamda saniyede otuz km.lik bir hızla hareket ediyorsa zıt yönde
bir esir rüzgarının oluşması ve ayrıca bu esir rüzgarıyla birlikte
hareket eden ışığın bu rüzgara karşı hareket eden ışığa göre daha büyük
bir hıza sahip olması gerekiyordu. Oysa ki 1887 yılında Albert Michelson
ile Edward Morley, yaptıkları deneylerle ışık hangi yönde hareket
ederse etsin, ışık hızının değişmediğini saptadılar. O halde, acaba esir
diye bir şey yok muydu?
Esirin
varolduğuna inanan bazı bilim adamları, Michelson ve Morley'in
ulaştıkları sonucu yapay olarak etkisiz kılmaya çalıştılar. Örneğin,
George Fitzgerald, dünyanın esir içinde hareket ederken hareket
doğrultusunda büzüldüğünü ve bu büzüme ile ışığın hızında ortaya çıkacak
olan farkın yok olduğunu ileri sürdü. Ne var ki, esirin varlığını
savunmak için geliştirilen bu ve buna benzer açıklamalar bilim
adamlarını tatmin etmiyordu.
İşte
belirsizliğin sürdüğü böyle bir atmosferde, Einstein cesurca esir
kavramının bir işe yaramadığını ve fizikten atılması gerektiğini
vurguladıktan sonra özel görelilik kuramının iki temel ilkesini ortaya
koydu:
1
- Bir deney yalnız göreli hareketi saptayabilir. Başka bir deyişle
hiçbir deney mutlak durağanlığı veya düzenli hareketi saptayamaz.
(Örneğin, bu ilkeye göre esirin varlığını saptamak olanaksızdır.)
2 - Işık, kaynağına bağlı olmaksızın, boşlukta sabit bir hızla hareket eder.
Einstein,
bu iki temel ilkeyi, bazı düşünce deneyimlerini ve matematiği
kullanarak Newton fiziğinin ana kavramlarını kökünden değiştirdi.
Newton'a göre zaman mutlaktır yani evrensel olarak farklılık göstermez
ve geçmişten geleceğe doğru düzenli bir biçimde akar. Sağduyuya uygun
olan bu evrensel zaman anlayışına göre eşzamanlılık da evrenseldir.
Mutlak
zaman kavramına karşı çıkan Einstein'a göre zaman kavramını içeren
önermeler eşzamanlı olaylar hakkında ortaya konan önermelerdir ve
eşzamanlılık iki olayın aynı anda gerçekleşmesi anlamına gelmektedir.
Örneğin, "Mavi Tren Ankara Garına saat yedide gelecektir" demek saatimin
akrebinin yedi üzerine gelmesiyle Mavi Trenin Ankara Gar'ına girmesi
olayının aynı anda gerçekleşmesi yani bu iki olayın zamandaş olması
demektir.
Ancak
Einstein'a göre zaman, daha doğrusu eşzamanlılık, mutlak ve everensel
değildir, çünkü bir gözlemci için eşzamanlı olan bir olay genellikle
başka bir gözlemci için eşzamanlı değildir. Einstein'ın bu sonuca nasıl
ulaştığını anlayabilmek için şu düşünce deneyini gözden geçirebiliriz:
Bir
trenin (devingen sistem) orta noktasında iki ışık ışınını ters yönlere
aynı anda gönderelim. Tren içindeki gözlemci için ışığın hızı (c) sabit
olduğundan onun sistemde bu iki ışık ışını ters yöndeki duvarlara aynı
zamanda ulaşır; gene bu gözlemci için bu iki olay (ışık ışınlarının ters
yönlerdeki iki duvara çarpması) zamandaş olacaktır. Peki, trenin
dışındaki gözlemci ne diyecektir?
Onun
için de kendi sisteminde ışığın hızı sabittir; ancak trene baktığında
duvarlardan birinin ışıktan uzaklaştığını, diğerinin ışığa doğru
ilerlediğini görür. Böylece ona göre, ışık ışını kendisine yaklaşan
duvara daha erken, kendisinden uzaklaşan duvar ise daha sonra
çarpacaktır. Bundan çıkan kaçınılmaz sonuç şudur: Bir sistemdeki
gözlemci için zamandaş olan iki olay, bu sisteme göresel düzgün devinen
ikinci bir sistemdeki gözlemci içinse zamandaş değildir.
Acaba
bu iki gözlemciden hangisi haklıdır? Einstein'a veya birinci temel
ilkeye göre iki gözlemci de haklıdır. Eğer zaman kavramı göreli ise,
fiziğin diğer temel kavramları da göreli olmak zorundadır. Örneğin, bir
cismin uzunluğunu belirlemek için iki farklı gözlemci farklı zamanlarda
ölçümler yapacaklarından (çünkü eşzamanlılık onlar için aynı değildir.)
farklı değerler saptayacaklardır.
Özel
görelilik kuramındaki olaylar ile Mach'ın algıları (elementleri)
arasında bir fark yoktur. Örneğin, saatin akrebinin hareketiyle Mavi
Trenin Ankara Garına girmesi aynı anda algılanan olaylardır. Aynı
şekilde düşünce deneyimindeki gözlemcilerin gözlemleri de algılardan
ibarettir. İşte Einstein'ın kuramında zaman ve uzay kavramaları
ölçülebilen ve algılanabilen yani insanlara göre anlam kazanan kavramlar
dönüştürüldükleri için Machçılığın Einstein üzerinde önemli bir rol
oynadığını iddia edebiliriz.
Nitekim
Einstein bile Mach'ın etkisinde kaldığını arkadaşlarına yazdığı
mektuplarda açıkça belirtti. Hatta bizzat Mach'a yolladığı mektuplarda
onun bir öğrencisi ve izleyicisi olduğunu açıkça itiraf etti. Bununla
birlikte Mach hiçbir zaman özel görelilik kuramını tam olarak
desteklemedi.
Einstein,
zamanın ve uzayın göreli kavramlar olduğunu deneyler yaparak göstermiş
değildir, çünkü onun özel görelilik kuramına ilişkin olarak sözünü
ettiği deneyler zihninde yaptığı deneylerdir. Ayrıca bu kuramın temel
direkleri olan iki ilke tamamen usun ürünleri olduklarından onları
deneyimsel yöntemle doğrulama ya da yanlışlama olanağı yoktur.
Özel
görelilik kuramının bir sonucu da madde ile enerjinin eşdegerliğini ve
birbirlerine dönüşebilirliğini gösteren "E = mc2" nin formülüdür. Bu
formülde E enerjiyi, m cismin kütlesini ve c de ışığın hızını temsil
etmektedir. Bu formül, çok küçük bir madde parçasının çok büyük
miktarlarda enerji içerdiğini ortaya koydu ve böylece nükleer çağa
girilmiş oldu.